Connect with us

Su Yönetimi

Su Politikamız , Su Yönetimimiz ve Su Risklerimiz !

Yayınlandı

on

Dursun Yıldız

İnş Müh

Su Politikaları Uzmanı

Su Politikaları Derneği Başkanı

30 Kasım 2025

Ülkemizde teknik ve ekonomik olarak kullanabileceğimiz yüzey ve yeraltısuyu su miktarı yaklaşık 112 milyar m3 olarak  belirlenmiş durumdadır. Bu miktarın 97 milyar m3 ünün yurt içinden doğan akarsulardan; 3 milyar m3 ünün yurt dışından ülkemize ulaşan akarsulardan 12 milyar m3 ünün ise yeraltı  suyundan sağlanabileceği belirlenmiştir.

Türkiye kişi başına düşen kullanılabilir su varlığı  bakımından dünyada genel kabul gören kriterlere göre su kısıtı bulunan ülkeler arasında yer almaktadır. Dünyada olduğu gibi  ülkemizde de su kaynakları  nüfusa ve bölgelere göre dengesiz dağılmıştır. Bu nedenle Orta ve Doğu Karadeniz gibi bazı bölgelerimizde kişi başına düşen su miktarı diğer bölgelerimize nazaran çok fazladır. Yine nüfusunun yaklaşık 55 milyonu ülkemizin batı yarısında yaklaşık 30 milyonu da doğu yarısında yaşamaktadır.  Ancak  akışa geçen su miktarı olarak suyumuzun sadece yaklaşık üçte biri batı yarısında yer almaktadır.

Türkiye 112 milyar m3 su potansiyelinin yaklaşık  57 milyar m3 ünü kullanmakta . 12 milyar m3 lük yeraltısuyu rezervimizin ise %95’i tahsis edilmiş durumdadır. Yüzey ve yeraltısuyu kalitemiz sürekli düşüyor. Su kaynaklarımız ile ilgili sadece miktar değil aynı zamanda kalite azalması gibi önemli bir sorunumuzda var.

Su zengini bir ülke değiliz. Uluslararası geçerlilik taşıyan kriterlere göre de  nüfusumuz arttıkça su fakiri ülkelerden bir olmaya doğru yaklaşıyoruz. 2040 yılında bazı nehir havzalarımızda su bütçesi açığı yaşanacağı ilgili kurumların  açıklamalarında yer alıyor. Önlem alınmazsa yakın gelecekte  bölgesel olarak su sorunları yaşayacak  bir ülke durumundayız.

Su Kaynaklarımızın Geliştirilmesi

Türkiye’de uzun yıllar boyunca su kaynaklarının geliştirilmesi konusunda  önemli adımlar atılmış ancak uzun dönem boyunca su konusunda  birbirinden bağımsız projeler geliştirilmiştir. Bu projelerden bazıları bütçe yetersizliği ve kurumlararası koordinasyon eksikliği nedeniyle  süresi içinde tamamlanamamıştır. Su kaynaklarını geliştirme politikamız öncelikle oluşmuş olan ihtiyaçların süratle karşılanmasına yönelik olmuş ve  bu anlayış tek tek proje bazında uygulamalara yol açmıştır. Ayrıca su yönetiminde arz yönetimi öne çıkmış ve  sosyo-politik faktörlerin etkisi ile talebi düzenleyici mekanizmalara yer verilmemiştir. Su yönetimimizde çok başlı, çok parçalı bir  yapı ve su yönetimi ile ilgili kurumlar arasında  koordinasyon eksikliği oluşmuştur. Bunun yanısıra 13 yıl önce çalışmaları başlamasına rağmen yeni bir su yasası ve havza ölçeğinde su yönetimi konusunda bir  yasal çerçeve oluşturulamamıştır. Su Yönetimi Genel Müdürlüğü tarafından havza ölçeğinde koruma ,su tahsisi,taşkın yönetimi, kuraklık yönetimi gibi birçok strateji ve eylem planlama raporu hazırlanmış  ancak  bu planlar etkin bir şekilde uygulamaya geçirilememiştir.

Su riski ve  su krizinin anlamı

Tehdit, tehlike, risk, kriz kavramları çoğu zaman karıştırılmakta ve birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Aslında  su riski ve su krizi, kapsam ve anlam olarak farklıdır. Su riski bir bölge veya sektörün suda miktar ve kalite olarak sorunlar yaşaması  olasılığıdır. Su riskinde su güvenliğinin tehlikeye girmesi ve  tehdit edilmesi potansiyeli mevcuttur. Ancak bu tehditin  oluşturacağı riskler hala önlenebilir bir durumdadır.  Su krizi ise , artık risklerin bir kısmının gerçekleştiği, sistemin işlevselliğini kaybettiği fiilî bir çöküş veya acil durum aşamasıdır.
Kriz, riskin yönetilememesi sonucunda ortaya çıkar.Bu nedenle biz su’da  etkili bir kriz yönetimi olmaz ancak riski yönetip krize ulaşmasını engellemek gerekir diyoruz. Kriz döneminde su kısıtı programları uygulanır, ilave su kaynağı yaratılmaya çalışılır  ve halk sağlığının tehlikeye düşmesini önleyecek  tedbirlere başvurulur. Su krizi geleceğe yönelik tedbir alınması gereken  bir potansiyel tehdit  iken su krizi ise acil müdahale isteyen güncel bir olay olarak ortaya çıkar.

Sonuç olarak su krizinin   yönetiminde sağlanacak başarı sınırlıdır. Bunun için olağan planlı tedbirlerle riskin krize varmadan yönetilmesi gerekir. Risk yönetiminin etkin bir şekilde yapılabilmesi için su yönetim anlayışımızdan su kullanım alışkanlıklarımıza kadar radikal bir düşünce devrimi yapmak zorundayız. Oluşan yeni şartlara göre kurumsal kapasitemizi geliştirmek ve yeni bir su yönetim anlayışı ve su kullanım kültürü yaratmak zorundayız. Ayrıca alınacak hiçbir önlem tek başına tüm riskler için yeterli olmayabilir. Bütünleşik bir yönetim anlayışına ihtiyacımız bulunuyor.

Su Riski altındaki bölgeler
Son yıllarda bazı bölgelerimizde yaşanan bölgesel kuraklıklar daha sık ve daha şiddetli görülemeye başlandı. Bu bölgelerimiz arasında Trakya, Güney Marmara,Orta ve Güney Ege Büyük Menderes ve Gediz Havzaları, Orta Anadolu, Orta ve Doğu Akdeniz ile Güneydoğu Anadolu’nun batısı’nın öne çıktığı görülüyor. TBMM’nin yeni yayınlanan Zirai Don Komisyonu Çalıştay raporuna göre  iklim değişikliği ve aşırı sıcaklıklar çok öne çıkıyor. Kuraklık, su kıtlığı, yanlış su kullanımı en önemli çevresel ve aynı zamanda tarımsal bir sorun. Raporda özellikle Güneydoğu, İç Anadolu, Akdeniz ve Ege bölgelerinin kuraklıktan daha çok etkilenecekleri belirtiliyor.

Ülkemiz  aslında yarı kurak bir iklim kuşağında yer alan bir bölgesel kuraklık ülkesi . Bu nedenle  geçmişte de bazı kuraklıklar yaşanmış Ancak  uzmanlar iklim değişikliğinin etkisi ile bu kurak dönemlerin sıklığının ve şiddetinin artacağını ileri sürüyorlar. Bu dönemlerin iki veya üç yıl üst üste aynı bölgelerde yaşanması ve su yönetiminin hazırlıklarının yetersiz olması su kesintilerini getirdi. Bu durum bir anlamda önlem almazsak daha ciddi su krizleri yaşayabileceğimizi gösterdi. Özellikle bazı bölgelerimizde su krizinin önlenmesi için suda risk yönetimi yapılması ve arz ve talebin birlikte yönetilmesi gerekli .  Bu tedbirlerin etkili olması için ise Havza ölçeğinde entegre su yönetimine geçilmesi gerekiyor. Su’da Koruma, Kullanma ve Kapasite Geliştirme alanlarında bir seferberlik içine girmemiz lazım. Bu bilincin gelişmesi ve  kurumsal eksiklerinin giderilmesi zaman alır. Bu da orta ve uzun vadede krizler karşısındaki kırılganlığımızı arttırır. İklim dirençli su, enerji, gıda ve çevre politikalarını nehir havzası ölçeğinde birlikte uygulayabilirsek krize karşı direnç kazanabiliriz.

Su krizi hangi sektörleri etkileyecek?

Kuraklık, etkileri uzun vadede ortaya çıkan genellikle yavaş gelişen sinsi bir afettir Gelip yerleştiğinde çok büyük ,kalıcı ve uzun süreli birçok sektörü etkileyen zararlar verir. Meteorolojik kuraklık hidrolojik kuraklığa döndüğünde ilk olarak içme ve kullanma suyu arz güvenliği riske girer. Daha sonra tarımsal kuraklık aşamasında tarım sektörü problem yaşamaya başlar. Tarımsal üretim azalır  ve ürün kalitesi olumsuz etkilenir. Su’da risk yönetilemeyip kriz aşamasına  geçildiğinde acil tedbirler alınmaya çalışılır. Bu tedbirler genellikle uzun vadeli sürdürülebilir çözümler olmaz ancak su talebi sürekli olduğu ve arttığı için kullanılmaya devam edilir. Bu da suyun planlı ve verimli  kullanılması konusundaki çabaları zora sokar. Su krizi başta  içme ve kullanma suyu olmak üzere tarım, enerji, çevre sektörlerinde  ve birçok sanayi üretimi alanında işletme verimliliğini hatta zaman zaman işletme güvenliğini riske sokar.  

Yeraltısularımız neden daha büyük bir risk altında ?

Yeraltısularımız en stratejik su kaynaklarımız olup bu nedenle korumak ve en verimli şekilde kullanılmasını sağlamak zorundayız. Yeraltısularımızın Yaklaşık %95’i tahsis edilmiş durumdadır.  Türkiye’de yeraltısuyu seviyelerindeki değişimleri ve kalitesini  belirlemek için yapılan çalışmalar birçok bölgede  yeraltısuyu seviyelerinin hızla düşüş eğiliminde olduklarını ve kirlenmekte olduklarını  göstermektedir. Özellikle yağışın az, tarımsal üretimin yüksek olduğu ve nüfusun yoğunlaştığı bölgelerde aşırı ve kontrolsüz çekimler sonucu  bu düşüş daha hızlı ve daha fazla gerçekleşmektedir. Konya bölgesi buna örnek bir bölgedir.

Ülkemizde sulamada kullanılan suyun %25’i içme ,kullanma ve sanayi suyunun %54’ü yeraltısularından çekilmektedir. Büyükkentlerimizin içme ve kullanma sularının ortalama  %45’i yeraltısularından çekilmektedir

Ülkemizdeki  su havzalarımızın  altısında ( Meriç-Ergene,Akarçay, Büyük Menderes, Konya Kapalı,Doğu Akdeniz,Asi Havzaları  )yeraltısuyu tahsis miktarları emniyetli rezervi ve beslenim miktarlarını aşmış veya aşmak üzeredir. Bu durum bu bölgelerde  yeraltısuyu seviyelerinin hızla düşmesine ve kalitesinin bozulmasına neden olmaktadır

Sanayi bölgeleri dışındaki  sanayi tesisleri  sularını genellikle yeraltısuyundan çekmektedir. Bu kuyulardaki çekimin kontrolü için sayaç kullanma zorunluluğu bulunmaktadır.  Bu anlamda kısmen kontrol altında diyebiliriz. DSİ tarafından yapılan toplam yeraltısuyu tahsislerinin %9’u ( 1,5 milyar m3/yıl) sanayi sektörüne tahsis  edilmiştir. Yeraltısuları görünmez kaynaklar olduğu için kurak dönemlerde su seviyelerinin düşmesi gündem olmamaktadır. Bu nedenle çekimler devam etmekte, seviyeler düşmekte  ve su kalitesi bozulmaktadır .Kuraklık yaygın ve şiddetli hale geldiğinde içme ve kullanma suyunu yeraltısuyundan ve kaynaklardan temin eden kentlerde su kısıntısına gidilmektedir. Düşen yeraltısuyu seviyeleri nedeniyle çevredeki göl ve sulak alanlar ile nehirlerin sularında azalmalar ve kurumalar ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla ekosistem dengesi bozulmaktadır.

Su krizi ve  iklim krizi ilişkisi ve Su Yönetimimiz

 Bu iki kavram birbirinden ayrı gibi görünse de, aslında birbirini besleyen ve etkilerini katlayan iki küresel sorundur. Bu iki kriz, doğrudan bir nedensellik zinciri içinde ilerler.
İklim krizi , su döngüsünün bozulmasına neden olur ve bu durum da su krizini oluşturur. “İklim krizi” ile “su krizi” aynı sistemin farklı yüzleridir. Bu nedenle ayrı ele alınamazlar ve  alınacak önlemler bütüncül (holistic) bir yaklaşımla tasarlanmalıdır.

Su, enerji, tarım ve ekosistem politikalarının  havza ölçeğinde bütünleşik  ve katılımcı bir anlayışla oluşturulması ve uygulanması gerekiyor. Bu kapsamda su,enerji,tarım ve iklim politikaları entegre edilmelidir. Örneğin iklim yasası TBMM’den geçerek yasalaşmıştır. Ancak bu yasanın uzun zamandır görüşülmekte olan  su yasası taslağı, taşkın yasası taslağı, biyoçeşitliliği koruma yasası taslağı  ile birlikte ele alınması ve yasalaşması daha uygun olurdu. Yasal süreçlerin entegrasyonunun yanısıra uygulanacak olan planların da birbiriyle entegre özelliğe sahip olması gerekiyor. Ayrıca  bu uygulamaları gerçekleştirecek kurumun havza ölçeğinde çok etkin bir kurumsal yapıya sahip olması gerekmektedir. Aksi taktirde çok başlı,çok parçalı ,koordinasyon eksikliği içindeki mevcut su yönetimi havza ölçeğinde de vücut bulur ve  havzada iklim-su-tarım enerji dirençli ortak bir politika ve entegre bir yönetim  oluşturulamaz.

Okumaya devam et
Yorum atmak için tıkla

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Copyright © 2016 Su Politikaları Derneği Tüm Hakları Saklıdır.