SPD Başkanı Yıldız bAŞKENT GAZETESİNE KONUŞTU
Tolga ALCA22.03.2023 10:05

PAYLAŞ
Küresel iklim değişikliğinin sebep olduğu önemli olaylardan biri olan kuraklık ülkemizi olumsuz etkilemeye devam ediyor. İlk olarak tarım alanlarında etkisini gösteren bu afet türüne karşı iklim değişikliği ve tarım sektörü etkileşimi politika ve stratejilerin geliştirilmesine öncelik verilmesi gerekiyor. Kuraklığın deprem ve sel gibi bir doğal afet olduğunu vurgulayan Su Politikaları Derneği Başkanı Dursun Yıldız, Başkent’e konuşarak, “Önümüzdeki aylarda uzun süreli yağışlar düşmezse tarımsal üretim verimliliği azalır. Bu durum gıda fiyatlarına da artış yönünde yansır. Bu yağış değişkenliğine karşı gıda güvencemizi korumak için havza ölçeğinde uygulanabilir tedbirlerin hızla alınması lazım. Ülkemizde su ve gıda güvencesinin sağlanabilmesi için önce radikal bir düşünce devrimi gerekli” dedi.
• Türkiye iklim değişikliği sorununa adaptasyon konusunda ne gibi eksiklikler yaşıyor?
Öncelikle iklim değişikliği konusu dünyanın bazı gelişmiş ülkelerinde ulusal güvenlik konusu olarak kabul ediliyor ancak Türkiye’de iklim değişikliğine adaptasyon konusu siyasetin gündeminde uygulamadaki eksiklikler açısından yeterince yer almıyor. Konu ile ilgili eylem planları ve rapor hazırlama çalışmaları var ama uygulamayı yapacak kurumların koordinasyonu ve kapasitesinin geliştirilmesi konusundaki çalışmalar eksik. Ülkemizin iklim değişikliğinin yaratacağı sorunlar da dahil olmak üzere birçok alanda risk yönetimine hazır olmadığı görülüyor. Türkiye’de bir yanda kuraklık diğer yanda şehir selleri aynı dönemde yaşanabiliyor. Bunun yönetimi için radikal bir düşünce devrimine ihtiyacımız var. Aynı düşünce kalıpları içinde gittikçe karmaşıklaşan sorunları çözmemiz mümkün değil. Yönetimde şeffaf, katılımcı, teknolojik imkanları da kullanan disiplinler arası bir düşünce kültürüne ihtiyacımız var. Yaşadığımız sorunları genellikle sonuçları üzerinden ve kısa vadeli çözümleri önceleyerek ele alıyoruz. Bu da bizi kriz çıktıktan sonra onu yönetmeye zorunlu kılıyor. Bu da yetersiz kalıyor. Bu nedenle paradigma değişmeli diyoruz.
• Akarsu yataklarına yapılan müdahalelere sürekli dikkat çekmeye çalışıyorsunuz? Bu müdahaleler neler? Ne gibi önlemler alınmalı?
Akarsu yatakları, o akarsunun taşkın döneminde genişleyerek aktığı bölge dahil asla imara açılmamalı. Ancak uygulamada birçok yerde bunu maalesef başaramadık. İklim değişikliğinin de etkisiyle daha sık oluşan kısa süreli ve çok şiddetli bölgesel yağışlar taşkınlar oluşturuyor. Akarsu kendi taşkın yatağına genişliyor. Buradaki yapılaşmalar nedeniyle can ve mal kayıpları yaşanıyor. Ayrıca şehirlere düşen ani, çok şiddetli ve kısa süreli yağışlar çarpık kentleşme ve altyapı yetersizlikleri nedeniyle de can ve mal kayıpları yaşamaya devam ediyoruz. Kentlerimizde bu aşırı yağışları da dikkate alarak yağmur suyu tahliye sistemleri kanalizasyon sisteminden ayrılmalı. Kent hidrolojisi hesapları değişen meteorolojik koşullar dikkate alınarak yeniden yapılmalı. Kentin su toplanan tehlikeli bölgelerinde bu suyu tahliye edecek ilave önlemler alınmalı. Kent içlerinden geçen dere yatağı kesitleri ve denize çıkış ağızları sürekli temizlenmeli ve açık tutulmalıdır.

“YER ALTI SULARIMIZ STRATEJİK GÖRÜNMEZ KAYNAKLARIMIZ”
• Yer altı sularının verimli, planlı, akılcı kullanılmasının ülkeler için kritik bir strateji olduğuna, hatta ulusal güvenlik problemlerine kadar etki edebileceğine de dikkat çekiyorsunuz. Sürdürülebilir yer altı suları kullanımı adına ne gibi eksiklikler var? Bu konuda çözüm önerileriniz neler?
Yer altı suları en stratejik doğal kaynağımız. Çünkü bir savaş hali, nükleer kirlilik, deprem kuraklık gibi doğal afetlerde temiz su temini için ilk başvuracağımız yer, yer altı suları oluyor. Ülkemizdeki kurak dönemlerde, örneğin Aydın ve Denizli ‘de 2021yılında ve bu yıl sulama suyunun kısıntılı verileceği valilikler tarafından açıklandı. Ancak ihtiyaç durumunda ruhsatsız da olsa yer altı suyu kuyularından su çekilebileceği de belirtildi. Ülkemizde yer altı suları kullanım ve geri beslenim dengesi dikkate alınmadan aşırı çekiliyor. Bazı havzalarda da aşırı tahsisler yapılmış durumda. Kentlerimizin içme ve kullanma suyunun yaklaşık yarısı yeraltından çekiliyor. DSİ tarafından işletmeye açılan havzalarda yer altı sularımızın yüzde 92’si tahsis edilmiş durumda. Yer altı sularımız stratejik görünmez kaynaklarımız. Aşırı çekim ve bilinçsiz kullanım nedeniyle birçok havzada su seviyeleri azalıyor ve su kirleniyor. Yer altı sularımızı sürdürülebilir kullanabilmemiz için önce ruhsatsız açılan kuyulardan başlayarak diğer ruhsatlı olanları da kontrol altına almamız gerekiyor. DSİ çekilen ve çekilecek olan yer altı suyu miktarını belirlemek amacıyla kuyulara ön yüklemeli su sayacı takılması için 2011 yılında bir yönetmelik çıkardı. Bu sayaç zorunluluğu 2013 yılından itibaren sanayicilerden başlayarak çiftçiler için de uygulanmaya çalışıldı. Ancak çiftçiler için uygulama sürekli ertelendi. Halan çekimlerin büyük bölümü denetimsiz. Yer altı sularının korunması ve verimli kullanılması için öncelikle yer altı suyu sulama kooperatiflerinin kurumsal kapasitesi güçlendirilmeli. Kooperatiflerin ve yer altı suyu tahsis edilen belgeli şahıs sulamalarının modern sulama sistemleri ile sulamaya geçmesi teşvik edilmeli. Mevcut teşvikler attırılmalı. DSİ tarafından 2019 yılında Konya kapalı havzasında 122 kuyuda başlatılan yer altı suyu anlık takip sistemi tüm Türkiye’ye yaygınlaştırılmalıdır.
“GÜÇLÜ BİR KURUMSAL YAPI OLUŞTURULMALIDIR”
• “Göller ve Sulak Alanlar Eylem Planı 2017- 2023” yürürlüğe girmesinin herhangi bir etkisi oldu mu?
Su kalitesinin ve miktarının iyileştirilmesi adına daha güncel eylem planlarının yapılması gerekiyor mu? Göller ve Sulak Alanlar Eylem Planı 2017-2023’ün en önemli katkısı göllerimiz için bir envanterin çıkartılması konusunda oldu. Tespit edilen 303 göl ve sulak alan için belirlenen tespit ve izleme çalışmaları tamamlandı ancak iyileştirme adımı eksik kaldı. İklim değişikliği etkisi, popülist politikalar, plansızlık, hatalı su yönetimi anlayışımız ve yetersiz kalan kurumsal yapılarımız nedeniyle kuruyan göllerimiz var. Bu konudaki eksiklikler, mevcut su yönetim anlayışı ve yetersiz kurumsal altyapı ile tamamlanamaz. Eylem planlarından daha çok artık uygulamaya geçmemiz lazım. Göllerimizin her türlü tehditten korunması ve kurtarılması nehir havzası ölçeğindeki bütünleşik bir su yönetimi planlama, uygulama, denetim anlayışı ve etkili bir havza yönetimi kurumsal altyapısı ile mümkün olur. Bu kapsamda göllerimize nehir havzası ölçeğinde sahip çıkacak güçlü bir kurumsal yapı oluşturulmalıdır. Bu kurum tarafından göllerimizin su bütçesi hesapları iklim değişikliği de dikkate alınarak yeniden yapılmalı, havza planlamaları revize edilmeli, göllere akan yüzey suları ve gölleri besleyen yer altı sularından yapılan su kullanımları incelemeye alınarak su tahsisleri yeniden yapılmalıdır. Ayrıca göllerimiz ve sulak alanlarımızın bulunduğu havzalarda gölü besleyen yüzey ve yer altı suyu çekimleri ileri teknolojik sistemlerle anlık kontrol altına alınmalıdır. Bunun yanı sıra gölü besleyen su kaynaklarının bulunduğu havzalarda modern sulama altyapısı olmayan sulamaların ve aşırı su çekimi yapan kişilerin ve işletmelerin su tahsisleri iptal edilmelidir. Yoksa göllerimizi ve sulak alanlarımızı hızla kaybedeceğiz.
• ASKİ’nin güncel verilerine göre Ankara barajlarında toplam doluluk oranı yüzde 27.86, aktif doluluk oranı ise 18.10 olarak görünüyor. Bu ra- kamlar gelecek adına neyi ifade ediyor?
Barajlarda toplam doluluk oranı barajın altında ölü hacim dediğimiz bölümü de kapsayan doluluk miktarıdır. Ancak ölü hacim barajın maksimum su seviyesindeki toplam su depolama hacminin yaklaşık yüzde 10-15’i civarında olur ve buraya baraja gelen kum, çakıl gibi rüsubat değimiz katı maddeler çökelir. Yani buradaki hacim kullanılmaz. Barajdaki su seviyesi bu ölü hacim seviyesine yaklaştıkça da suyun çekilmesi tercih edilmez. Aktif doluluk oranı ise barajdaki her zaman çekilmeye hazır olan su miktarını belirtir. 15 Mart itibariyle barajlarda aktif kullanılabilir su miktarı yaklaşık 260 milyon metreküp. Kente günde 1,3 milyon metreküp su veriliyor. Bundan sonra hiç yağış olmazsa bile Ankara’nın yaklaşık 200 günlük suyu var diyebiliriz. Ankara’nın kurak dönemlerde de su miktarı olarak bir problemi olmaz. Ancak Kesikköprü Barajı’ndan çekilen Kızılırmak suyunun artması ile kalite problemi ortaya çıkabilir.
• Ankara’da uygulanan “Kademeli Su Tarifesi” uygulamasının bir getirisi oldu mu?
Belediye imkanları dahilinde başka hangi önlemler alınmalı? Öncelikle su bir insan hakkı ve hatta canlı hakkıdır. Her canlının yeterli, temiz ve sürekli olarak temiz suya ulaşması ve sağlıklı bir çevrede yaşaması sağlanmalıdır. Bunun için suyun bir kamu hizmeti olarak verilmesi gerekir. Ankara’da ve diğer kentlerimizde su temini bu anlayış içinde gerçekleştiriliyor. Ancak zaman zaman su ücretlerine zam yapılması talepleri gündeme geliyor. Bu tartışma konusu oluyor. Bu da suyun teminindeki işletme maliyetlerindeki artıştan dolayı oluyor. Zaman zaman da su ücretlerinde popülist anlayışla bedelin düşürüldüğünü ve daha sonra da tekrar arttırılmak zorunda kalındığını görüyoruz. Bu durumda su ve atık su uzaklaştırma ile çevre sağlığı hizmetlerinin sürdürülebilir bir şekilde yürütülmesi için belirli bir finansman akışına ihtiyaç olduğu görülüyor. Ancak tespit edilen su bedelinin de dar gelirli abonelerin suya ulaşım hakkını kısıtlamaması gerekiyor. Kademeli su tarifesi bunu kısmen sağlıyor ancak bu konuda daha ileri uygulamalar da yapılabilir. Kademeli su tarifesi sistemi, su kullanımında “abone başına tespit edilen” ilk kademenin aşılmamasını teşvik ederek su tasarrufunu teşvik ederken nüfusu fazla olan hanelerde daha az suyla yaşanmasını zorlayabilir. 2021 yılında Ankara’da su tarifesinde ilk kademesinin 0-15 metreküp olarak tespit edilmesi, ayrıca sosyal yardım alan ailelere 10 tona kadar ton başı 1 TL’ye, öğrenci evlerine ise yüzde 50 indirimli su temin kararı ile bu konu kısmen rahatlamıştır. Ancak şimdi de su bedellerinin düşük kalması sıkıntısı yaşanmaktadır. ASKİ, abonelerinin yüzde 82’sinin en düşük kademedeki tarifeyle ücretlendirilmekte olduğunu açıklıyor. TÜİK’in 2018 yılı hane halkı istatistikleri, Ankara’daki yaklaşık 1 milyon 710 bin hanenin yüzde 80’inde çekirdek ailenin hane halkı sayısının 3- 6 kişi kadar olduğu, diğer yüzde 20’sinde ise hane halkı kişi sayısının bunun üzerinde olduğunu ortaya koyuyor. Bu durumda 3-4 kişilik hanelerde su kullanımı daha az olduğundan bu haneler düşük tarifeye girmektedir. Hane halkı sayısı fazla olan yüzde 20’lik kesimden gelir düzeyi düşük olan haneler ise su bedelini yüksek tarifeden ödemek zorunda kalabilmektedir. Aslında bu konu kentlerimizde yaşayan dar gelirli vatandaşların hane halkı nüfusu ve gelir düzeyi açısından ele alınarak incelenecek olursa, ortaya bilinenden çok farklı bir tablo çıkacak ve uygulama hane halkı nüfusu ve gelir düzeyine göre daha hakça bir çözüme kavuşacaktır.
“KURAKLIK DA DEPREM VE SEL GİBİ BİR DOĞAL AFETTİR”
• Yağış azlığı nedeniyle tarım alanında verim kaybının akıbeti ne olacak? Enflasyona bağlı olarak yükselen tarımsal üretimlerde daha da fiyat artışları beklemeli miyiz?
Türkiye yarı kurak iklim kuşağında yer alan bir bölgesel kuraklık ülkesi. 23 milyon hektar arazide ekim dikim yapılıyor. Bunun sadece 6,5 milyon hektarında sulama sitemi var. Bu nedenle ülkemizde tahıllar başta olmak üzere birçok ürün yağmura bağlı tarım ile üretiliyor. İklim değişikliği nedeniyle yağışların değişkenlik katsayısı daha da arttı. Ayrıca yağışların düştüğü mevsimler ve yağış rejimi de değişti. Yağmur daha çok kısa süreli şiddetli ani sağanak şeklinde düşmeye ve taşkınlar yaratmaya başladı. Bu durum hem sulu tarımı hem de kuru tarımı olumsuz etkilemeye başladı. Son 3 yıldır bölgesel kuraklık yaşayan Marmara, Gediz, Büyük Menderes, Orta Anadolu, Güneydoğu Anadolu gibi bazı havzalarımızda tarımsal kuraklık çeşitli seviyelerde etkili oldu. Bu da ürün verimini düşürdü ve fiyatların artmasına neden oldu. 2021 yılında olduğu gibi bu yıl da Büyük Menderes havzasında kısıtlı sulamaya geçildi. Aydın ve Denizli valilikleri sadece iki kez su verileceğine dair açıklama yaptı. Kuru tarım bölgelerinde de yağışların zamanında düşmemiş olması nedeniyle ürün gelişimi oluşmadı. Depremin etkili olduğu alanlarda da tarımsa üretim olumsuz etkilenecek. Uzmanlar rekoltenin azalabileceğini belirtiyor. Önümüzdeki aylarda uzun süreli yağışlar düşmezse tarımsal üretim verimliliği azalır. Bu durum gıda fiyatlarına da artış yönünde yansır. Bu yağış değişkenliğine karşı gıda güvencemizi korumak için havza ölçeğinde uygulanabilir tedbirlerin hızla alınması lazım. Ülkemizde su ve gıda güvencesinin sağlanabilmesi için önce radikal bir düşünce devrimi gerekli. Düşünce biçimimizi yani su ve toprak yönetiminde paradigmayı değiştirmemiz lazım. Kuraklık da deprem ve sel gibi bir doğal afettir. Bunların felaketlere dönüşmemesi elimizde. Ancak bu bugünkü siyaset anlayışı ve düşünce kalıpları içinde gerçekleşmesi zor. Bu nedenle paradigma değişmeli diyoruz.
• Sürdürülebilir bir yaşam için su yönetiminde disiplinler arası nasıl bir düşünce kültürüne ihtiyacımız var?
Bu alandaki sorunlarımızın çözülebilmesi için su kültürü yaratılması, suyun kaynağında korunması, kurumların yeniden organizasyonu, STK’lar ile işbirliği, güçlü bir veri toplama ve bilgi işlem ağı ve dijital teknolojinin su yönetiminde kullanılması gibi uygulamalara ihtiyacımız var. Su yöneticileri yönetim anlayışlarını su kullanıcıları ise su kullanım alışkanlıklarını değiştirmek zorunda. Aksi taktirde su ve gıda güvencemiz tehlikeye girebilir.
Kategoriler:Kent Selleri, Kuraklık, Su, SU EĞİTİMİ