Son 11 yılda Suriye’de yaşanan değişimin kısa kronolojik açıklaması ve su sorunları ile ilişkisi

Kategoriler:Su Diplomasisi, Sınıraşan Sular
Su Politikaları alanındaki uzmanlık eğitimimiz ne durumda ?
Dursun Yıldız
Su Politikaları Uzmanı
SPD Başkanı
13 08 2022
Türkiye, kara sınırlarının yaklaşık dörtte biri sınıroluşturan nehirler tarafından oluşturulan ve su potansiyelinin %35’i sınıraşan su havzalarından kaynaklanan Jeopolitik öneme sahip bir ülkedir. Türkiye’nin tüm komşu ülkelerle sınıraşan veya sınıroluşturan bir nehir ilişkisi de mevcuttur. Ayrıca Türkiye sınıraşan su havzaların bir çoğunda kaynak ülke konumundadır. Ortadoğu’yu besleyen Fırat ve Dicle Nehirleri de Türkiye’den doğmaktadır.
Türkiye’nin Hidrojeopolitik Önemi
Bu koşullar Türkiye’yi Hidrojeopolitik açıdan da çok önemli bir ülke yapmaktadır.iklim değişikliğinin su kaynakları üzerindeki olumsuz etkisi,su ,enerji ,gıda ve çevre güvenliğinin artan ilişkisi ve bu güvenlik konularının artık ülkelerce ulusal güvenlik konuları olarak ele alınması bu önemi daha da arttıran faktörler olarak ortaya çıkmaktadır.
Kısaca Türkiye’nin sadece ülke içi su politikaları ve su yönetimi için değil ,sınıraşan sular konusunda da uzmanlara, disiplinlerarası düşünce üretim merkezlerine, stratejik araştırma kurumlarına ihtiyacı bulunmaktadır. Hatta bu ihtiyacın gün geçtikçe arttığı da açıkça görülmektedir.
Eğitim ve Kurumsal altyapı eksikliği
Ancak ülkemizde bu ihtiyacın karşılanmasına yönelik olarak gerek uzmanlık alanındaki eğitim altyapısının gerekse bu alanda düşünce üretecek ve uluslararası kamu diplomasi konusunda etkili olacak kurum ve kuruluşların gelişmesinin yeterli olmadığı görülmektedir.
Hidropolitik, Su Diplomasisi gibi konulardaki ilk uzmanlık eğitimi altyapısı çalışmaları 2000’li yılların başında başlamıştır. Bugüne kadar kısmi bir gelişme göstermiş ancak aynı alanda dünyadaki çeşitli ülkeler ve merkezlerdeki gelişmelerin çok gerisinde kalmıştır.
Bu konu ele alınırken, ihtiyacın sadece uzmanlık veya akademik kariyer alanındaki eğitim programları ihtiyacı olmadığı dikkatlerden kaçmamalıdır. Bu alandaki uzmanların istihdam edileceği araştırma merkezleri, düşünce kuruluşları, kamu kurumları ve enstitülerin yetersizliği de en az bu alandaki uzmanlık eğitimi altyapısı kadar önem ve öncelik taşımaktadır.
Konuyu birbirini besleyen ve geliştiren bir sistem anlayışı bütünlüğü içinde ele almak durumundayız.Bunun aksine bazı çabaların istenilen sonuçları vermediği ve vermeyeceği gözardı edilmemelidir.
YÖK Akademik İstatistikleri
YÖK AKADEMİK İstatistikleri Sınıraşan Su Politikaları ile ilgili 6 farklı anabilim dalında son 20 yılda sadece 37 Yüksek Lisans ,7 Doktora tez çalışması yapıldığını ortaya koymaktadır. Bu süre içinde sadece 19 uluslararası bildiri ve 25 uluslararası makale yayınlanmıştır. Bu alanda yayınlanan kitap sayısı ise sadece 13 olarak verilmektedir.
Bu veriler bu konunun uzmanlık eğitimi alanındaki durumunu açık bir şekilde ortaya koyarken, diğer taraftan bu çalışmaları değerlendirerek düşünce üretecek yeterli sayıda üniversite araştırma merkezinin ,stratejik araştırma merkezinin ve sivil toplum kuruluşlarının olmaması da konunun diğer eksik tarafını bize anlatmaktadır.
Türkiye’nin Uzman ve Düşünce Üretim Merkezleri ihtiyacı artacak
Dünyadaki ve çevremizdeki hızlı gelişmelere bakıldığında Türkiye’nin sınıraşan suları konusunda karşılaşabileceği baskıların artma ihtimali yüksek görünmektedir.
Bunları karşılamak için şimdiden atılması gereken adımlar arasında eğitim altyapısı ve kurumsal altyapının acil bir şekilde büyük bir revizyon ihtiyacı öne çıkmaktadır. Aksi halde artan baskılar altında sürekli savunmada kalan,ulusal çıkarları erezyona uğrayan ve en sonunda masada bedel ödemek zorunda bırakılan bir ülke olma ihtimalimiz yüksektir.
Türkiye gibi bir ülkenin elindeki en büyük dış politika kozu çevre ülkelerine karşı dinamik bir hidropolitika uygulayarak onlara su yönetimi alanında yol ve yön verecek şekilde ilişkiler kurmaktır. Bunun için de en önemli husus eksikliklerimizi şimdiden görerek hazırlık yapmaktır.Türkiye gibi bir ülkenin devlete stratejik akıl üretebilecek ulusal ve uluslararası kamu diplomasisi konusunda yetkinleşmiş uzmanlara ve kurumlara olan ihtiyacı her geçen gün artmaktadır.
Son 11 yılda Suriye’de yaşanan değişimin kısa kronolojik açıklaması ve su sorunları ile ilişkisi
Kategoriler:Su Diplomasisi, Sınıraşan Sular
Su Politikaları Derneği’nin “Dünya Çölleşme ve Kuraklıkla Mücadele Günü “ açıklaması :
TOPRAK VE SU YOKSA HAYAT DA YOK !
Teknolojinin hızlı gelişmesinden aldığı güçle her türlü sorunu çözeceği yanılgısına düşen insanoğlu müthiş bir tüketim çılgınlığı içinde.
Daha fazla tüketmenin dayanılmaz hafifliğiyle insanoğlu doğal dengenin sınırlarını zorlamaya başladı .Bu da doğal çevrimleri riske sokuyor. Çölleşme ve kuraklık da doğal dengenin bozulmasının sonuçlarından biri olarak ortaya çıkıyor
Çölleşme ve Kuraklık dünyada 169 ülkeyi ,yaklaşık 1,5 milyar insanı ve dünya kara alanlarının yaklaşık %25’ini etkilemektedir. Uzmanlar çölleşme ve kuraklığın 10 yıl içinde 50 milyon kişiyi göçe zorlayabileceğini ileri sürüyor.
Bu nedenlerle toprak kaynakları üzerinde sessiz bir felaket olan; çölleşme, arazi tahribatı ve kuraklıkla etkin mücadele etmek tüm dünyanın en önemli görevlerinden biri olmuştur. Bu konu ülkemizin ulusal kalkınmasına ve gelişmesine negatif etkisinden dolayı ülkemiz için de yaşamsal öneme sahiptir.
“Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi’nin” 17 Haziran 1994 yılında kabul edilmesinden bu yana her yıl, ülkemizde ve dünyada çölleşmeyle mücadelenin önemine dikkat çekmek maksadıyla “Çölleşme ve Kuraklık Günü” etkinlikleri düzenlenmektedir.
Gıda ihtiyacımızın %95’ini topraktan karşılıyoruz. Birçok araştırmada tarım yapılabilir 50 cm’lik bir toprağın oluşma sürecinin yaklaşık 20 Bin yılı bulduğu söyleniyor. Elimizdeki bu değerin kıymetini maalesef tam olarak bilmiyor ve yeterince koruyamıyoruz.
Bugün 783 bin km2′lik ülkemizin yaklaşık %80’i tarım ve orman alanıdır. Bilindiği gibi, su zengini bir ülke değiliz. Kurak bir coğrafyada yaşıyoruz. Çölleşme hassasiyet haritamıza göre, sahip olduğu iklim ve topografya şartlarına bağlı olarak, ülkemizin yaklaşık dörtte biri (%22.5’i) yüksek çölleşme riski altındadır.
Ülkemizdeki toprak kaybında %84 oranında topoğrafya ve bitki örtüsü etkili olmaktadır. Yer değiştiren toprağın %40’ı tarım toprağıdır. Ayrıca ülkemizin de içinde bulunduğu Akdeniz Havzası iklim değişikliğinden en çok etkilenecek bölgeler arasındadır. Bu nedenlerle;
TOPRAK VE SU YOKSA HAYAT DA YOK
Saygılarımızla
Su Politikaları Derneği
Çölleşme 10 yıl içinde 50 milyon insanı göçe zorlayabilir
“Çölleşme ve kuraklık dünyada 169 ülkeyi, yaklaşık 1,5 milyar insanı ve dünya kara alanlarının yaklaşık yüzde 25’ini etkilemektedir.
10 yıl içinde dünyada yaklaşık 50 milyon insanı yerinden edilebilir.
Türkiye Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi’ni 1998 yılında kabul etti”
Dünyanın ortak sorunu olan iklim değişikliği ve insan etkileri de dâhil tüm etkenler sonucunda oluşan çölleşme ile kuraklığa karşı ortak bir mücadele geliştirmek için Birleşmiş Milletler (BM) tarafından ‘Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi’nin 17 Haziran 1994 tarihinde kabul edildiğini ve Türkiye’nin de bu sözleşmeyi 1998 yılında imzaladığını hatırlattı.
“Birleşmiş Milletler Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi verilerine göre dünya üzerinde bulunan kurak alanların yaklaşık yüzde 70’i hâlihazırda tahribata uğramıştır” d
“Her geçen gün artan nüfus doğal kaynaklara talebi artırmakta ve çölleşmeye neden olmaktadır”
Ülkemizde tabii çöl yok ancak coğrafi konum, iklim, topografya ve toprak şartları göz önüne alındığında arazi tahribatına ve kuraklığa karşı hassasiyeti yüksek bir ülkeyiz.
Ülkemizdeki çölleşmenin başlıca sebepleri
“Arazi bozulumu çölleşmeye yol açıyor”
Türkiye’nin yüzde 22,5’i yüksek çölleşme, yüzde 50,9’unun ise orta düzeyde çölleşme hassasiyetine sahip . “Ekolojik olarak hassas olan alanlarımızda bitki örtüsünün tahribiyle tabii dengenin bozulması, toprak ve ana materyalin aşınmasına yol açmaktadır. Bu durum Türkiye’nin bütün bölgelerinde, arazi bozulumu dolayısıyla çölleşmeye yol açmaktadır.
“Türkiye topraklarının toplam alanının yüzde 46’sı yüzde 40’tan fazla eğime, yüzde 62,5’ten fazlası da yüzde 15’in üzerinde eğime sahiptir.
İklimi, topoğrafyası, toprak özellikleri ve sosyo-ekonomik şartlarına paralel olarak da orman, mera ve tarım alanlarında ciddi bir erozyon sorunu yaşanmaktadır.
Arazi kullanımının büyük bölümünü oluşturan tarım arazilerinin yüzde 59’u, meraların yüzde 64’ü, orman arazilerinin yüzde 54’ü çeşitli şiddette erozyona maruz kalmaktadır.
Ülkemizde meydana gelen toprak kayıplarında;
Arazi kullanımı açısından değerlendirdiğimizde ise ülkemizde yer değiştiren toprağın
yüzde 38,71’i tarım,
yüzde 4,17’si orman ve
yüzde 53,66’sı da meralarda meydana gelmektedir.
Türkiye orman varlığı 22 milyon 740 bin 297 hektar ile ülke yüzölçümünün yüzde 29’udur. Bu alan içerisinde normal kapalı orman alanı 13 milyon 83 bin 510 hektar ile toplam ormanlık alanının yüzde 58’ini, boşluklu kapalı orman alanı ise 9 milyon 659 bin 787 hektar ile toplam ormanlık alanın yüzde 42’sini oluşturmaktadır.
Son yıllarda orman alanlarımızda artış olsa da küresel ısınmanın ve iklim değişikliğinin tahribatı göz önüne alındığında bu alanları daha da artırmak gerekiyor.”
Yaklaşan etkinlik yok
Toplum için, Bilgi ile
The latest news on WordPress.com and the WordPress community.
where the arts meet and are forever changing
The camera gave me an incredible freedom. It gave me the ability to parade through the world and look at people and things very, very closely. Carrie Mae Weems