Çevre

DSİ Emekli Genel Md. Yrd. İlker Özel; Sulak alanlar sıradan su kütleleri değildir

İlker ÖZEL

İnş.müh.

DSİ. Emekli Gn.Md.Yrd

SPD Üyesi

3 Aralık 2022

Sulak alanların çevreleri tarih boyunca insanlar tarafından yerleşme alanları olarak kullanılmıştır. Su ve sulak alanlar, akarsu kenarları her zaman toplumlar için ideal yerler olmuştur. Ancak zaman içinde bilhassa sığ göl, sazlık ve bataklık gibi sulak alanlar, yararsız hatta hastalık taşıyan böceklerle dolu değersiz yerler olarak kabul edilmiştir.   Sanayi devrimiyle birlikte  gelişen toplum ve dolayısı ile kent yaşamı ; doğanın insanlara sunduğu bu güzel doğa olayını zararlı ve tehlikeli bularak, kurutmaya başlamışlardır.

Bu faaliyet o günkü şartlarda doğaldır.  Şöyleki:

Cellat Gölü’nün ve çevrede yaşayanların kaderi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ünŞubat 1931’de İzmir ziyaretinin ardından trenle Aydın’a giderken bölgeden geçişiyle değişir. Atatürk’ü taşıyan tren, 60 santimetre su içinde kalan hat üzerinden yavaş yavaş geçerken Torbalı Tepeköy Tren İstasyonu’nda köylülerle birlikte kendisini karşılayan Menteşe Mebusu Esat Bey’in, “Hoş geldiniz paşam, sefalar getirdiniz. Sizden hepimizin büyük bir ricası var. Biraz ötede bir istasyondan geçeceksiniz. O istasyonun levhasını görünce irkileceksiniz. Çünkü, bu levhada Cellat ismini okuyacaksınız. Kasıp kavuran sıtma hastalığı, her sene yüzlerce kurban almaktadır.

Yağışlarda kabaran cellat bataklık gölünde  Aydın – Nazilli demir yolu 60 cm su altında kalmaktadır.

Cellat Gölü ve Sıtma Salgını (1)

Cellat Gölü’nün ve çevrede yaşayanların kaderi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ünŞubat 1931’de İzmir ziyaretinin ardından trenle Aydın’a giderken bölgeden geçişiyle değişir. Atatürk’ü taşıyan tren, 60 santimetre su içinde kalan hat üzerinden yavaş yavaş geçerken Torbalı Tepeköy Tren İstasyonu’nda köylülerle birlikte kendisini karşılayan Menteşe Mebusu Esat Bey’in, “Hoş geldiniz paşam, sefalar getirdiniz. Sizden hepimizin büyük bir ricası var. Biraz ötede bir istasyondan geçeceksiniz. O istasyonun levhasını görünce irkileceksiniz. Çünkü, bu levhada Cellat ismini okuyacaksınız. Kasıp kavuran sıtma hastalığı, her sene yüzlerce kurban almaktadır. Sivrisinekleri o kadar büyüktür ki, belkemiklerinden jokey sigarasına ağızlık yapılır” şeklindeki sözleri üzerine, Atatürk Cellat Gölü’nün kurutulması emrini verir.

1931 yılında çalışmalar başlar, etütler yapılır ve 1933’e gelindiğinde bütün planlar tamamlanır. 1934 yılında müteahhitlerle anlaşmalar yapılır ve gerekirse 4 tane daha ilave etmek üzere Amerika’dan 4 adet ekskavatör getirilerek 28 Nisan 1935’te İzmir Valisi Kazım Dirik’in verdiği startla gölün kurutulması işlemleri başlar. İş, çok büyüktür. Küçükmenderes Nehri’nin yatağı değiştirilir, kilometrelerce uzunluğunda ana ve tali kanallar açılır. Onların üzerine çok sayıda köprüler yapılır.

1940 yılına gelindiğinde artık binlerce insanın sıtmaya yakalanmasına sebep olan Cellat Gölü kurutulmuştur. Göl, artık Sağlık Ovası’dır ve ortaya çıkan binlerce dönümlük yeni arazi de çevre köylüler ve bölgeye yerleştirilen göçmenler için yeni tarım alanlarına olmuştur.

Cellat Gölü Kurutuluyor (1)

Cellat gölünün, “Sağlık” ovasına dönüştürülmesi bir bakıma “sıtma ile mücadele” gereği idi.

Mustafa Kemal Atatürk’ün 1931 yılındaki İzmir ziyareti sırasında bataklığın kurutulması kararlaştırılmıştır. 1935 yılında başlayan bataklığın kurutulması işi 1940 yılında tamamlanmıştır.

Kuşadası körfezi (Pamucak’tan) Cellât Gölü’ne kadar 46 km bir ana kanal ve buna bağlı yan kanallar açılarak, Cellat Gölü kurutulmuştur.

Gölün kurutulması ile elde edilen 1200 hektarlık arazinin bir kısmı topraksız köylülere bir kısmı da göçmenlere dağıtılmıştır. Kurutulan araziye, eskinin sıtma hastalağı kaynağı “Cellat Gölü” adına karşılık, “Sağlık Ovası” denilmiştir. Ayrıca burada Sağlık Köyü ve istasyonu kurulmuştur. Cellât Gölü’nün 3.5 milyon lira harcanarak kurutulması Türkiye Cumhuriyeti’nin halka ve halkın sorunlarına verdiği önemin bir göstergesidir.(1)

Kurutmadan sonra araziler taksim edilmiş, bir kısmına mübadiller yerleştirilmiştir.

NALLIHAN KUŞ CENNETİ

SULTAN SAZLIĞI

AKŞEHİR GÖLÜ

Türkiye’de bataklıklar uzun yıllar sıtma kaynağı ve kazanılacak tarımsal arazi olarak görülmüştür. Sakarya Gökçeören Gölü kurutma çalışmaları aynı nedenlerle Osmanlı devrinde 1890 yılında başlamıştır[1]. 1950 yılında bataklıkların kurutulması ile ilgili kanun yayınlanmıştır.[5516 sayılı kanun] Kanunun bataklıkların kurutulmasını teşvik ettiği görülür. Vatandaş bir bataklığı kuruttuğunda arazi kendisine verilecek, tapusuna sahip olacaktır. Hollanda ve Almanya’da bu arazilere POLDER denmektedir. Ülkemizdeki sulak alanlar da yukarıda belirtilen süreci yaşamışlardır.

1940’lı yıllarda daha çok sıtma hastalığıyla mücadele etmek için kurutulmaya başlanan sulak alanlar, daha sonraki yıllarda taşkınlardan korunmak ve  tarım arazisi elde etmek amacıyla kurutulmuştur. Özellikle 1950–1975 yılları  arasında yoğunlaşan kurutma çalışmaları sonucunda Hotamış ve Gâvur  Gölü Bataklığı, Amik, Avlan, Suğla Gölleri gibi daha burada sayamadığımız  birçok sulak alan ortadan kaldırılmıştır.

Sulak Alanların önemi anlaşılıyor

 1960’lı yılların sonlarına doğru sulak alanların   birçok hayati öneme sahip işlevleri yerine getirdiği anlaşılmaya başlanmıştır.

Dünyada sulak alanlara yönelik ilk uluslararası sözleşme 2 Şubat 1971 yılında İran’ın Ramsar kentinde “Ramsar Sözleşmesi” adıyla imzaya açıldı. Bu anlaşmayla birlikte taraf olan ülkeler, özellikle su kuşlarının yaşama alanı olması dolayısıyla belirlenen kriterlere uyan sulak alanları koruma altına alıyor.

Ramsar Sözleşmesi, sulak alanları “doğal ya da yapay, sürekli ya da mevsimsel, tatlı, acı ya da tuzlu, durgun ya da akan su kütleleri, bataklıklar, turbalıklar ve gelgitin çekilmiş periyodunda derinliği altı metreyi aşmayan deniz suları” olarak tanımlıyor

1980’li yıllardan sonra ise sulak alanların kurutulmaması bilakis korunması gerektiği düşüncesi ön plana çıkmıştır. Günümüzde ise sulak alanların kurutulması kanunlarla yasaklanmıştır. Hatta bugün dünyanın birçok yerinde atık suları arıtmak için sulak alanlar yapılmaktadır.

“Dünya Sulak Alanlar Günü” sulak alanların önemi, korunması ve akılcı kullanımı konularında kamuoyu bilincini geliştirmek maksadıyla 1997 yılından bu yana her yıl 2 Şubat tarihinde kutlanmaktadır.

Türkiye’nin adımları ve sulak alanları

Türkiye 1984 yılında “Avrupa’nın Yaban Hayatı ve Yaşam Ortamlarının Korunması (BERN) Sözleşmesi” ile Rio’da imzalanan “Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesi”ne taraf oldu. 1994 yılında ise RAMSAR (Sulak Alanların Korunması Sözleşmesi)  sözleşmesini imzalamıştır. Daha sonra 1993 ‘de “Sulak Alanların Korunması” hakkında Başbakanlık Genelgesi yayımlandı.30 Ocak 2002 ‘de  “Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği” kabul edildi. Ayrıca “2003–2008’Ulusal Sulak Alan Stratejisi” oluşturuldu.

Ramsar Sözleşmesi kriterlerine göre Türkiye’de 200’e yakın alan, uluslararası öneme sahip sulak alan olarak tespit edilmiş.  Ancak Sözleşme kapsamına sadece 14 sulak alanımız alınmış durumda. Bunlar: Manyas Kuş Gölü, Akyatan Lagünü, Gediz Deltası, Göksu Deltası, Kızılırmak Deltası, Kızören Obruğu, Burdur Gölü, Kuyucuk Gölü, Seyfe Gölü, Uluabat Gölü, Meke Gölü, Sultan Sazlığı ve Yumurtalık Lagünü’,Nemrut Krater Gölü’ dür.

Ülkemizde sulak alanların korunmasına ilişkin çaba ve çalışmalar arttı ancak istenilen seviyeye ulaşması için daha alınması gereken epey yol var

Sulak alanların neden korunması gerektiğine dair birkaç cümle ile yazımı tamamlamak istiyorum.

1-Tropikal bölgelerden sonra en büyük organik madde üreten alanlardır.

2-Büyük miktarda karbon depo alanlarıdır. Karbonun atmosferden çekilmesi   küresel ısınmayı yavaşlatır.

3-Su kirletici maddeleri çekerek nehir ve göllerin temiz kalmasını sağlarlar.

4-Sel sularının toplanma alanıdır. Çevrenin bu açıdan zarar görmesini engellerler. Bir nevi doğal sel kapanı

5-Pek çok kuş türünün yaşam alanıdır. Özelikle kışın topraklar kar örtüsü altında kaldığında, kuşların temel beslenme alandır.

6-Göçmen kuşların uğrak yerleridir. Bu konaklama ve göçler turistik zenginliklerdir.

Tüm bu nedenlerle biraz geç de olsa Dünyada ve Türkiye’de anlaşıldı ki  sulak alanlar sıradan su kütleleri değildir

SON SÖZ YERİNE…

Su, sulak alanlar ve yaşam ayrılmaz bir bütündür. Sonuçlarını etkili bir şekilde yaşamaya başladığımız su krizi aslında “sulak alan” krizidir. Kuraklık, sulak alan azalmasının sonuçlarından biridir. Yaşamın temel gereksinimi tatlı suyun kaynağı olan ekosistemler yok olmaya devam ediyor. Sulak alanları koruma konusunda bazı çabalar var ancak  sulak alanların önemi  geniş toplum kesimleri ile merkezi ve yerel yönetimlerce yeterli seviyede anlaşılmış değil.

Şimdi onları korumak için toplumsal bilinci oluşturma ve yaygınlaştırma zamanı .Biz de bu çorbada biraz  tuzumuz olsun istedik.

Kaynaklar

(1)Eski Türkiye Fotoğrafları, Osman Aran,Süleyman Aran, Nafiz Seçer’in Kuşadası ve Çevresi’nde Mübadiller, Mübadele ve iskana dair anlatımları..)

(2) 30 Ocak 2019 tarihli TORBALI Gazetesi Pelikanlar foto: M.Serhat GÜRSOY

İlker ÖZEL

İnş.müh.

DSİ. Emekli Gn.Md.Yrd

SPD üyesi

Kategoriler:Çevre, Biyoçeşitlilik

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.