
29 Haziran 2020

COVID-19 salgınından aldığımız başlıca derslerden biri dünyanın yavaş gelişen krizlere yeterince hazırlıklı olmadığıdır. Aniden gerçekleşen tsunami, zelzele gibi acil durumlarda bir araya gelebiliyor, ihtiyaç duyulan kaynakları harekete geçirebiliyor ve kıtalar arası işbirliği yapabiliyoruz. Buna karşılık sürekli planlama ve işbirliği gerektiren krizler, herkesin kendi toplumuna yönelmesine ve başkalarına cephe almasına vesile teşkil ederek, insan tabiatının kabalığını ortaya koyuyor. Ufuktaki yeni krizin su krizi olması muhtemeldir. Şimdiden dünyanın birçok bölgesinde yaşamın bu vazgeçilmez unsurunun yetmezliği söz konusu olmakla kalmayıp, sorun derinleşmektedir. Sonunda korona krizini geride bırakacağız ama acaba gelmekte olan su krizini de aşmayı başarabilecek miyiz?
Yoğunlaşan su krizine neden olan etkenler nelerdir?
Birkaç faktör iç içe geçmiş durumdadır. İlk olarak bir yandan nüfus artışı, diğer yandan iklim değişikliği nedeniyle, aralarında Orta Doğu’nun da yer aldığı dünyanın bazı kritik bölgelerinde kullanılabilen su miktarlarında azalmalar olacaktır. Olay, daha önceleri önemli su kullanıcısı olmayan bazı ülkelerin şimdi su kullanımını arttırmak istemeleri dolayısıyla daha da karmaşıklaşmaktadır. Örneğin, Etiopya Nil üzerinde bir baraj inşa ederek Mısır’ın sert tepkisine muhatap olmaktadır. Bu sorunun miktarla ilgili yönüdür. Bir de suyun kalitesi ile ilgili ikinci bir sorun var. Dünyada nüfus arttıkça, nehir sistemlerindeki kirlenme de iki nedenle artmaktadır. Kirlenmenin bir nedeni tarımda kimyevi gübre ve pestisitlerin kullanımındaki artışlar, diğer nedeni ise artan nüfusun ürettiği sanayi ve kanalizasyon sularıdır. Böylece miktarı yetersiz, kalitesi düşük sular bizi su krizine götürüyor.
Uzmanlar yıllardır bir su krizinin yaklaştığı konusunda bizi uyarıyorlar. Niye yine de bu kadar hazırlıksız durumdayız?
Birkaç tür sorunla eş zamanlı olarak karşı karşıyayız. Aslında nehir sularının kullanımını düzenlemeyi amaçlayan Uluslararası Su Yollarının Ulaşım Dışı Kullanımı Sözleşmesi’nde öngörülen bir dizi kural var. Fakat aralarında Türkiye’nin de yer aldığı bazı ülkeler bu sözleşmeyi imzalamadılar. Su yollarının aralarında çok farklılıklar sergilemesi nedeniyle bunları tasnif etmek çok zor- her nehrin özgün özellikleri var. Kapsayıcı olmasından kaynaklanan bir zorunluluk olarak sözleşmede “optimal,” “hakkaniyete uygun” gibi yorumlanırken çok ihtilaf yaratacak deyimler yer alıyor. Bu ifadelerin uygulamaya yansıtılabilmesi de ayrı bir güçlük kaynağı. Sözleşmede “kullanıcı hakları” ibaresi altında suyu daha erken kullanmaya başlamış ülkelere geniş haklar tanıyan başka yönler de var. Tabii, kıyıdaş ülkelerin güçlerinin de birbirinden çok farklı olduğunu unutmamak lazım.
Bir de su konularında ciddi bir zihni çerçeve sorunu var. Ülkeler su konularını görüşmeye oturdukları zaman öncelikle sorunu sadece su miktarı olarak kavramsallaştırıyorlar. Dicle’den bir örnek vermek gerekirse, şu sıralarda Irak’ın karşısındaki en önemli sorun Türkiye’den gelen suyun miktar olarak yetmezliğinden ziyade suyun kalitesinin, örneğin Bağdat’a vardığı zaman, neredeyse kullanılamayacak kadar düşük olmasıdır. Burada en makul yaklaşım, Irak, İran (Dicle’nin bazı kolları İran’da doğuyor) ve Türkiye’nin oluşturduğu kıyıdaş ülkelerin uluslararası kuruluşların da desteğini alarak nehre karışan gübre-pestisit, kanalizasyon ve kirli sanayi sularını azaltmayı sağlayacak ortak bir plan geliştirmeleridir. Şu andaki öncelikli sorun budur. Ama ne zaman görüşmeler yapılsa, miktar sorunları gündemi doldurmaktadır. Bu kötü bir başlangıç noktasıdır çünkü herkes suların kendisine ait olması gerektiğini düşünmektedir.
Çok değerli bir kaynaktan söz ediyoruz. Gelecekte, geçmişte petrol konusunda olduğu gibi, ülkelerin birbiriyle savaşacaklarını öngörüyor musunuz?
Petrol ve suyu karşılaştırmak çok zor. Petrolün üretimi kontrol edilebiliyor. Alternatif enerji kaynakları var. Enerji talebini düşürecek etkin yöntemler var. Buna karşılık su hayatın ana maddesi. Toplumlar varlıklarını sürdürebilmek için mutlaka asgari miktarda suya ihtiyaç duyuyorlar. Ancak su stresi yaşayacak ülkeler tek tek veya işbirliğine yönelerek bazı faydalı işler yapabilirler. İlkin, su kullanımını azaltabilirler. Örneğin, özellikle aşağı çığır ülkeleri, gelecekte sulu tarımın arttırmayı planlamaktan imtina edebilirler. Mevcut su kullanımında daha verimli teknolojiler devreye sokulabilir. İkinci olarak, kirlenme daha etkin denetim altına alınabilir. Üçüncü olarak su arıtılarak birden fazla defa kullanılabilir. Bunlar dışında da suyun daha etkin kullanımı için çeşitli yöntemler bulunuyor.
Deniz suyundan da temiz su elde edilmesi mümkün, Sürecin maliyeti yüksek olmakla birlikte, giderek düştüğü de bir gerçek. Hiç olmazsa şehir ve içme suyu kullanımı açısından bir imkandır. Bunun dışında bir hususu daha hatırlamamız gerekiyor, su sadece Tanrı’nın bir lütfu değil, aynı zamanda işlenerek tüketiciye sunulan bir üründür ve bir maliyeti ve dolayısıyla bir fiyatı vardır. İnsanların asgari ihtiyaçları karşılanması ötesindeki kullanım fiyatlandırma politikası aracılığıyla yönlendirilebilir.
Eğer su stresi sorununu aşmak istiyorsak, suyu temiz tutmayı ve tasarruflu kullanmayı öngören tedbirler almayı, geleceğimizi de daha az su kullanacak şekilde planlamayı ve talebi fiyat politikalarıyla denetlemeyi öngören çok boyutlu bir strateji oluşturmamız gerekiyor
Kategoriler:RAPORLAR
Dursun hocam, yazılarınızı her okudukça içimi bir hüzün sarıyor. Dünyanın su ile imtihanını düşünmek bile istemem. Önerilerinizi dikkate alıyorum, dilerim bireysel farkındalıklar toplum ve yönetim bilincine ulaşır.
BeğenBeğen